25 Temmuz 2014 Cuma

Kupada beğendik, aldık!

Dünya Kupası, her gün büyüyen futbol endüstrisinin en önemli pazarlarından biri. Belki de en önemlisi. Çünkü dünya üzerinde takip etmediğimiz yüzlerce ligin futbolcuları bu turnuvada top koşturma şansını buluyor. Daha önce adı, sanı duyulmamış oyuncuların başarılarına ya da yıldız adayı olarak turnuvaya ayak basıp hayal kırıklığı yaşatanlara fazlasıyla tanık olduk. 2014 Dünya Kupası'nda yıldızını parlatıp büyük kulüplere yelken açan oyuncular kimlermiş bakalım.

Messi liderliğinde finale kadar yükselip kupayı uzatmalarda Götze'nin golüyle Almanya'ya kaybeden Arjantin'in başarılı savunma oyuncusu Jose Basanta, Meksika ligi ekiplerinden Monterrey'den İtalya'nın köklü kulüplerinden Fiorentina'ya transfer oldu. Arjantin takımının kadrosuna bakıldığında muhteşem hücum silahlarının mevcut olduğunu görsek bile turnuva boyunca Tangocular, defansif ağırlıklı kontrol oyununu tercih ettiler. Bu oyunda önemli rollerden birisi de stoper mevkisinde görev yapan Garay ve Basanta ikilisine düşüyordu. Mascherano'nun da bu oyunun önemli parçalarından birisi olduğunu laf arasında ekleyelim. Sonuç olarak Arjantinli stoper 3.5 miyon euro karşılığında Güney Amerika'dan Avrupa'ya ayak bastı.




Gelelim turnuvanın gol kralı ve en güzel golünü atan ayağına. James Rodriguez ismini futbola meraklı olan herkes duymuştur bu turnuvadan önce. Porto'nun dünya futboluna kazandırdığı bir başka Kolombiyalı. Geçtiğimiz sezon takım arkadaşı Moutinho ile birlikte yüksek bonservis bedeliyle Monaco'nun yolunu tutmuştu. Dünya Kupası'nda Kolombiya adına gösterdiği performans ise tek kelimeyle kusursuzdu. Bu enfes performansını dudak uçuklatan bir bonservis bedeliyle taçlandırması beklenirken bu beklentinin gerçeğe dönüşmesi fazla uzun sürmüyordu. 80 milyon euro karşılığında İspanyol devi Real Madrid, James Rodriguez'in çocukluk hayalini gerçeğe dönüştürüyordu. Rodriguez için artık başka bir mücadele başlıyordu. Kolombiya'da başlayan hikaye İspanya'nın başkentinde sürecek. Bunun yanı sıra Dünya Kupası'ndan düşen elmaları toplamayı çok seven Los Galacticos, kupanın sahibi Almanya'nın orta sahadaki beyni Toni Kroos'u da kadrosuna katıyordu. Aslında Kroos ve Real'in ismi turnuvadan önce de oldukça yan yana getirilmişti. 30 milyon euro bonservis bedeli karşılığında Real Madrid, Toni Kroos'u renklerine bağlıyordu. Turnuvanın ardından gerçekleşen bu 2 dev transfer Real'in Dünya Kupası sonrası alışkanlığını devam ettirmesini sağlıyordu. 2010'da Di Maria, Mesut ve Khedira'yı kadrosuna katan Madrid ekibi, 2006 sonrasında ise Cannavaro, van Nistelrooy ve Higuain gibi yıldızları transfer etmişti. 2002 sonrasıysa tıpkı bu yıl olduğu gibi turnuvanın gol kralı Ronaldo'yu 45 milyon euro bonservis bedeliyle transfer etmişlerdi.

2014 Dünya Kupası'nda son 16'ya kalan tek Afrika takımı Nijerya olmuştu. Her ne kadar bu turnuvada gol atma başarısı gösteremese de Nijeryalı santrfor Ideye Brown 10 milyon pound karşılığında Dynamo Kiev'den West Bromwich'in yolunu tutup Premier Lig'e ayak bastı. Çeyrek finalde şampiyon Almanya'ya elenerek turnuvaya veda eden Fransa'nın sağ beki Mathieu Debuchy'de Dünya Kupası sonrası adres değiştirenlerden. Newcastle United'dan başka bir Premier Lig ekibi Arsenal'e 12 milyon pound karşılığında transfer olan Debuchy, böylece futbolunu hem Premier Lig hem de Şampiyonlar Ligi seviyesinde oynayabilecek. Başarılı bir transfer yaptığını söylemek mümkün. Takımı adına Dünya Kupası'nda 3 maçta 3 gol Ekvadorlu Enner Valencia'da Premier Lig'in yolunu tutanlardan. 12 milyon pound karşılığında Meksika ligi ekiplerinden Pachuca'dan West Ham United'a transfer oldu. Cezayir'in dikkat çeken oyuncularından Yacine Brahimi de 6.5 milyon euro bonservisle Granada'dan Porto'ya başarılı bir transfer gerçekleştirdi. Porto'nun yeni transferlerinden birisi de Hollanda savunmasının turnuva boyunca parlayan oyuncularından Bruno Martins İndi. İndi'nin Feyenoord kariyerini noktalayıp Portekiz'in yolunu tutmasını sağlayan bedel ise 7.7 milyon euro.




Son paragrafa turnuvaya İngiltere karşısında attığı 2 golle başlayan fakat bir sonraki maçta Chiellini'yi ısırarak futbol tarihinde görülmemiş bir olaya imza atan Luis Suarez'le başlıyorum. Harika bir futbolcu olmasına karşı saha içindeki tabiri caizse çirkef tutumu onu çoğu futbol kitleleri arasında istenmeyen adam yapıverdi. Suarez enfes bir golcü olmasının yanı sıra hal ve hareketlerini kontrol altında tutamayan bir oyuncuydu. Daha önce 2 kez rakiplerini ısırmıştı. Ayrıca Evra'yla girdiği ırkçılık polemiğinden de oldukça yara almıştır. Her şeye rağmen Suarez rekor bir ücret karşılığında 88 milyon euro'ya Barcelona'nın yolunu tuttu. Fifa'nın verdiği 4 ay sahalarda uzak kalma cezasına karşın Barcelona Suarez'i renklerine bağladı. Liverpool'un geçtiğimiz sezon şampiyonluk yarışında bulunmasında Suarez'in muhteşem performansının rolü tartışılamaz. Katalan ekibi bunun yanı sıra turnuvada vasat bir performans gösteren Hırvat yıldız Rakitic ve Şili'nin başarılı bir turnuva geçiren kalecisi Claudio Bravo'yu da renklerine bağladı. Barça iyiy bir turnuva geçiren bir başka yıldızı Şilili Alexis Sanchez'i ise 42 milyon euro karşılığında Arsenal'e gönderdi. Öte yandan La Liga'nın son şampiyonu Atletico Madrid, takım olarak berbat bir turnuva geçiren İspanya'dan Diego Costa'yı 38 milyon euro karşılığında Chelsea'ye gönderdi. Costa'dan boşalan bölgeye ise Bayern'den Hırvat Mario Mandzukic'i transfer ettiler.

Dünya Kupası sonrası transfer dönemi her zaman çok hareketli geçer. Bu derece hareketli bir dönemden sonra Avrupa futbolunun yönü değişecek mi, bunu bilemeyiz. Bekleyip göreceğiz.


18 Temmuz 2014 Cuma

Geri döndüler

Liverpool, Roma ve Monaco. 3 farklı takım ve 3 farklı futbol ekolü. Bu takımların ismini bir arada gördüğünüzde kafanızda puzzle'ın parçalarını birleştirmek çokta zor olmasa gerek. Brendan Rodgers'la peri masalı tadında bir sezonu geride bırakan Liverpool, Serie A'da Rudi Garcia yönetiminde eski günlerine geri dönen Roma ve 2 sezonda ilk önce Ligue 1'e çıkan sonrasında ise çıkar çıkmaz Şampiyonlar Ligi biletini kapan köklü ve yıldızlarla dolu bir ekip olan Monaco. 3 takımında geçmişi sayısız başarılarla dolu ve Avrupa arenasında zamanında söz sahibi olmuş takımlar. Bu sezon tekrar hak ettikleri yerde yani Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecekler.


İlk olarak peri masalı tadında bir sezonu geride bırakan Liverpool'a göz atalım. Liverpool, ligde aradığı başarıları her ne kadar bulamasa bile Avrupa'da her zaman iddialı konumdadır. Fakat 2 sezon öncesi o kadar kötüydü ki onlara Avrupa bileti için gereken sıralama ya da herhangi bir kupa başarısı gösteremediler. Sonraki dönemde ise takım Brendan Rodgers'a emanet edilmiş ve Kuzey İrlandalı menajer 2012'de devraldığı koltuğun sonuna kadar hakkını vermiştir. Merseyside ekibiyle birlikte yıllar sonra ilk kez şampiyonluk yarışının içinde bulunma şansını bulmuştu. Her ne kadar sonu Manchester City'nin zaferiyle sonuçlansa da gelecek adına kazanılmış oldukça önemli başarılar vardır Şampiyonlar Ligi gibi. Bu sezon şampiyonluk yarışında takımı taşıyan Suarez'in Barcelona'ya gitmesi onlar için hoş bir durum değil tabi ki. Fakat Suarez'in saha dışı ve saha içindeki enteresan hareketlerini yeterince kontrol altında tutmak çok kolay değildi Liverpool yönetimi için. Bu da gitmesinde en önemli faktördü. Suarez kaybı elbette güç dengelerini bozacaktır ama Merseyside ekibi de takviyelerle o bölgeyi güçlendirmeye çalışıyor. Ellerinde mevcut Sturridge gibi bir hücum silahının yanına Rickie Lambert ve Benfica'dan Sırp Lazar Markovic'i transfer ettiler. Bu ikiliden bir Suarez performansı beklemek fazla iyimser olur. Ancak Rodgers gibi takımı beklenmedik bir başarıya imza attıran kişiye güvenmek gerekir diye düşünüyorum. Bunun yanında Southampton'dan geçen sezonun dikkat çeken ismi Adam Lallana'yı kadrosuna katan Liverpool, orta sahayı da Leverkusen'den Emre Can ile güçlendirdi. Tabi ki Liverpool deyince kaptan Gerrard'a değinmemek olmaz. Belki birçoğunuz da benim gibi kırmızı renkli formayı onun için sempatik bulup sevmişsinizdir. Şahsen Liverpool'u bana çekici kılan 1 numaralı etken Steven Gerrard. Bu sezon onları Şampiyonlar Ligi'ne tekrar izleyecek olmak inanılmaz heyecan verici.


Serie A'daki Juventus hegemonyasını bu sezon yıkmaya en çok yaklaşan takım Rudi Garcia'nın Roma'sıydı. Kökleri oldukça eskiye dayanan başkent ekibini simgeleşen futbolcusu ve belki de tıpkı Gerrard da olduğu gibi Roma'yı benim için çekici kılan Totti'ydi. İlerleyen yaşının getirisi olarak performansı düşmüş olsa bile
kaptan geminin dümeninde olmayı asla bırakmadı. Bunun yanı sıra hücumda takımı sırtlayan ve Roma adına sezonun oyuncusu takımın Fildişili yıldızı Gervinho'ydu. Mattia Destro ve Adem Ljajic'in üst düzey ofansif performansı da sezonun Roma adına pozitif yönlerindendi. Orta sahada oyunu iki yönlü oynayabilen Hollandalı Strootman'ın varlığı da takım adına oldukça önemliydi. Sakatlığından sonra o bölgede sıkıntılar yaşasa da sezonu başarıyla bitirmeyi başardı Garcia'nın ekibi. Nainggolan, Pjanic, De Rossi ve Benatia'da Roma adına sezonun kazanımlarındandı. Özellikle Benatia stoper becerisiyle birçok büyük kulübün merceği altında bulunuyor. Roma'nın başarısında her şeyden önce öne çıkan teknik adam Rudi Garcia. Lille'le Ligue 1 şampiyonluğuna uzanan Fransız teknik adam, hiç fikri olmadığı ve daha önce çalışmadığı İtalyan futboluna beklenen daha çabuk ayak uydurdu. Hiç kuşku yok ki ondan bu performansı bekleyenlerin sayısı çok fazla değildi. İlk olarak iç saha başarısını yakalama da ve gol yememe konusunda takıma alışkanlık kazandıran teknik adam başarının anahtarını bulmuştu. 102 puanlı Juve'nin arkasından ligi 2. sırada tamamlasalar bile Şampiyonlar Ligi biletini ceplerine koymuşlardı. Ashley Cole, Seydou Keita ve Urby Emanuelson gibi tanıdık isimleri kadrolarına kattılar. Buna ek olarak kiralık olan Nainggolan bonservisiyle takıma katılırken, Verona'da sezonun dikkat çeken isimlerinden Iturbe ve Fenerbahçe'nin genç yıldız adayı Salih Uçan'ı renklerine bağladılar. Salih'i iki sezonluğuna kiralayan Roma, memnun kalması durumunda 2 sezon sonunda 11 milyon euro karşılığında Salih'in bonservisini alabilecek. Roma gibi Avrupa'nın en üst seviyesinde futbol oynamaya alışmış bir ekol ülkenin başkent takımını tekrar Şampiyonlar Ligi'nde izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.



2004 yılında Porto'yla Şampiyonlar Ligi finali oynadıktan sonra tüm yıldızlarını kaybeden ve önüne geçilemeyecek derecede hızlı bir düşüşe geçen Monaco, geçen sezon başında eski günlerini tekrar anımsadı. Bu Dünya Kupası'nın yıldızı James Rodriguez ve Joao Moutinho oldukça yüksek meblağlar karşılığında Porto'dan alındı. Bu iki yıldızın yanına Falcao gibi bir süper yıldızı da eklediler. Carvalho, Toulalan, Abidal ve Romero gibi isimlerle de takımı güçlendirdiler. Sezonun sonunda PSG'nin domine ettiği Ligue 1'i onların ardından 2. sırada tamamlayarak CL'de gelecek sezon için yerlerini ayırttılar. Monaco'nun diğer 2 takımdan ayrılan yönüyse sahip oldukları kaynaklar ve bunun sayesinde sahip oldukları bütçe. Bu nedenle bayrak adam diyebileceğimiz Gerrard ya da Totti gibi bir simgeleri yok. Onlar için bahsedebileceğimiz fazla teknik adam başarısı da yok diye düşünüyorum. Fakat bu sezon takımın başına geçen sene Sporting Lisbon'u Şampiyonlar Ligi başarısına kavuşturan Portekizli Leonardo Jardim'i getirdiler. Bu sezon ligde ve Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmak için çok şanslı olduklarını söyleyebilirim. Tabi ki James Rodriguez ve Real Madrid söylentileri gerçeğe dönüşürse bu şansları ne derece sabit kalır bilemem. Falcao'nun geçtiğimiz sezon yaşadığı sakatlığı Bulgar yıldız Berbatov'la kapatan Monaco, Berbatov'la 1 sezon daha devam edeceğini açıkladı. Bunun yanında Toulouse'un Tunuslu savunmacısı Abdennour'u renklerine kattılar. Bu sezon şu ana kadar çok hareketli olduklarını söylemek mümkün değil. Kadroya bakınca çok hareketli olmaları da gerekmiyor bence. Savunmaya birkaç takviye daha yapılabilir sanki. Monaco gibi eski devlerden birisi daha dirildi ve bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde onları izleme keyfini bize yaşatacaklar.

3 takımında Şampiyonlar Ligi'ne dönüş yapması çok hoş. Özellikle benim gibi futboldan duygusal bir şeyler arayanlar için bu takımlar oldukça fazla anlam ifade ediyordur. Hep beraber güzel bir sezonun tadını çıkarmaya bakalım. Bu arada meraklılar için 24 Temmuz'da Liverpool ve Roma hazırlık maçında karşılaşacaklar.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Şampiyon Almanya


Hani kendi milli takımımızın için hep televizyonlarda duyuyor ya da kendimiz söylüyoruz ya, "Bir jenerasyon yakalamalıyız." İşte bu cümlenin gerçekleşmiş hali dünya şampiyonu oldu. Hatta Almanlar bir jenerasyon yakalamaktan çok o jenerasyonu oluşturmayı becerdiler. Bu takımın omurgası diyebileceğimiz önemli oyuncular alt yaş milli takımlarından beri birlikte oynuyorlar. Bu durum ister istemez bir uyum oluşturuyor ve takım kimyasını üst düzeye taşıyor. Belki de Almanların her zaman kazanmasını sağlayan temel faktör bu. Problemin içerisini deşip çözüm üretene kadar uğraşmak ve hep o değindiğimiz katı Alman disiplinini buna yansıtmak.

Teknik açıdan bu şampiyonluğu irdelemek gerekirse Almanya'nın bu şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiğini söylemekle yanılmış olmam. Gereken yerde gereken oyunu oynamaya çalıştılar. Genel oyun planlarının yanına farklı ve etkili düzenlemeler yaparak yollarına devam ettiler. Bu aşamada Löw ve teknik ekibinin etkisi çok
büyük. Alman futbolunun lokomotif ekiplerinden olan Bayern Münih'in oyun tarzının farklılaşması milli takıma yansımış gibi gözüktü başlarda. Bu yansıma kesinlikle çok olumluydu. Sonuçta 1 sezon önce Avrupa'yı domine etmiş bir oyundan bahsediyoruz. Guardiola'nın gelmesiyle pas oyununa evrilen bu oyun milli takıma da yansıyordu. Fakat Löw ve ekibi hem bu oyunu etkin kılıp hem de yanına direk sonuca gitme hedefini koyunca ortaya yıkıp geçen bir Alman takımı çıktı. Başlarda kaptan Lahm'ı orta sahada deneyen Löw, bu kararından vazgeçtiği zaman hem sağ kanadı güçlendirdi hem de orta alanı Schweinsteiger'le daha dinamik ve iki yönlü kıldı. İlerde santrforsuz oyunu tercih ettiler fakat yedekten gelen Klose etkisini de es geçmediler. Klose'ye de kısa bir satır açmak gerekirse turnuvanın en mutlu oyuncusu olduğunu düşünüyorum. Rekoru kıldı, kupa koleksiyonuna Dünya Kupası'nı ekledi. Daha ne olsun!

Bunun yanı sıra oyuncuların özelinde bir turnuva bakışı yapsak Müller ve Kroos'un ön planda durduğunu söyleyebilirim. Müller tıpkı 2010'daki gibi 5 gol atarak Klose ile çok benzer bir yolda ilerliyor. Şu anda Dünya Kupası tarihinde attığı gol sayısı 10 ve yaşı 24. Bu da demek oluyor ki 2 turnuva daha onu izleme şansımız var. Klose'nin rekorunu başka bir Alman forvetin kırması kuvvetle muhtemel. Kroos'a gelecek olursak Schweinsteiger ile birlikte Mesut'un ortalamanın üstüne çıkamadığı maçlarda takımı hücum yönünde desteklediler. Duran toplarda oldukça etkili ortalar kesip Almanların hücum organizasyonlarında 1 numaralı tercih edilen ayak oldu Kroos. Mesut için vasatın biraz üstünde geçen Brezilya 2014'te hücumda öne çıkan oyuncu Toni Kroos oldu.


Gelelim Almanya'nın yavaş defans oyuncularına kendini güvende hissettiren adama yani Neuer'e. Harika bir turnuva geçirdiğini söylemek yanlış olmaz. Dünya Kupası'ndan önce de onun en iyi kalecilerden biri olduğunu biliyorduk. Bir kez daha bizlere kendini gösterdi ve muhteşem bir turnuva çıkarttı. Özellikle Cezayir maçında tıpkı bir libero gibi oynaması turnuvada daha çok ön plana çıktığı maçlardan biri olmasını sağladı. Kalesinde durmayan ve maceraperest hareketleriyle taraftarları etkileyen file bekçisi için 2014 Brezilya tam anlamıyla unutulmaz oldu.

Portekiz, Fransa, ev sahibi Brezilya ve finalde Arjantin gibi devleri devirerek kupaya uzandıkları da unutulmaması gereken önemli notlardan. Turnuva öncesi Reus'un talihsiz sakatlığıyla sarsılan Almanlar ne kadar sağlam bir takım olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Belki de takımın en önemli yıldızını kaybetmesi ardından moral bozmadan yola devam edip onun yokluğunu asla hissetmediler. Tabi bunda geniş oyuncu havuzlarının da rolü oldukça büyük. Havuzun genişliği sayesinde Almanlar tek bir yıldız üzerine takım kurmak yerine yetiştirdikleri her oyuncudan maksimum verimi almayı başardılar. Yani havuzun oluşumunda oyuncuların potansiyellerini gerçeğe dönüştürmeyi başardılar. Bu önemli olmasının yanında beklenen bir futbol ülkesi başarısıdır Almanya gibi dev ülkeler adına.

Açıkça söylemek gerekirse Almanya'nın kupayı müzesine götürmesi hiç sürpriz değil. Hatta büyük bir beklentinin gerçeğe dönüşmesi. Çünkü yetiştirilen bu jenerasyon en alt seviyeden beri Dünya Kupası hedefiyle yetiştirilmişti. Bu yeteneğe sahip oyuncular işlenip aradan sıyrılmıştı. Hiçbir şey tesadüf değil. Futbolda bazen açıklanamaz şeyler gerçek olabilir. Fakat bu öyle bir başarı değil. Bu kupanın planı yıllar önce yapılmıştı. Bu başarının emeği çok fazla figüran içeriyor diyebilirim. Ama başrolde bulunanlar oyuncular ve teknik ekip. Güzel bir turnuva geride kaldı, sonuna kadar hak eden ve kupaya uzanan Almanya'dan kimse şikayetçi değildir. Şimdi 4 yıl bekleme zamanı...