22 Ağustos 2013 Perşembe

Yenilsen de yensen de


Geçtiğimiz yıllardan çok farklı bir tablo yok önümüzde. Her sene olduğu gibi Fenerbahçe, sezona kötü sonuçlarla girdi. İlk olarak kaybedilen Süper Kupa, ligde hatırlamak bile istemediğimiz Konya maçı ve son olarak da dün gece. Kimse takımdan Arsenal'i sahadan sürklase edip elemesini beklemiyordu. Ama en azından mücadele ve hırs bekliyordu. Belki de bunun için bu kadar çok kızıyoruz sahadakilere. Vurdumduymaz olmak, gamsız olmak her şeyden kötü. Dün sahada o kutsal formayı giymeyi hak eden 11 yoktu. Dünya yansa umurlarında olmayan 11 futbolcu vardı. Sahaya bir karakter koymayı beceremedik. Bu bile sahada direnç göstermemize yeterdi. Eğer oyuncuların gerçekten mücadele ettiğine inansaydık, bu skora aldırmaz eyvallah der geçerdik. Bu sezon oynadığımız 5 resmi maçın sadece 1 tanesini kazanabildik. Kadıköy'deki  Salzburg maçı. O maçta iyi oynadık, hayır. Ama en azından sahaya bir karakter yansıttık, oyunumuz vasatın üstünü yansıtmasa bile Fenerbahçe adının verdiği güç ve istekle oynadık.

Konya maçında bazı teknik hatalar olmuş olabilir. Fakat dün akşam sahada gördüklerimiz teknik açıdan incelenemeyecek kadar belirsizdi. Dün akşam sahada takımın eksiği karakter ve motivasyondu. Böyle büyük maçların büyük bölümünü motivasyon ile kazanırsınız. Geçen sene ki Lazio ve Benfica maçları bunun örnekleri. Takımın oyun ciddiyeti ve motivasyonu sayesinde, 90 dakika full konsantrasyon sahada kalarak rakiplerimize üstünlük kurmuştuk. 

Bilinçli olarak futbol izlemeye başladığım günden beri sahada bu kadar "çaresiz" bir Fenerbahçe izlememiştim. Hem teknik hem motivasyon olarak yerlerdeydik. Maçın geneline baktığımız zaman adam gibi heyecanlandığımız pozisyonumuz bile yok. Bu bize yakışmadı. Konuşmaya gelince hepsinin ağzı var, ama sahada bir icraat göremedik. Biz de taraftarız işte,  ne söyleseler inanıyoruz. Her sene forma, kombine ve taraftar kart alıp acı çekiyoruz. Gereksiz yere stres oluyoruz. İnsanlar oraya rahatlamak stres atmak için geliyor, neredeyse kanser olup çıkıyor yaşadığı stresten. Biz Fenerbahçe ile mutsuzluğa da varız. Bizim aşkımız renklere fakat artık buna dayanacak ne gücü ne kuvveti kaldı bu taraftarın... 

19 Mayıs 2013 Pazar

Sezon biterken iki füze

İngiltere Premier Lig ve Bundesliga'da son hafta maçları oynandı. İki ligde de şampiyon olan takımlar haftalar öncesinden belli olmuştu. Şampiyonluk heyecanı bitse de, Şampiyonlar Ligi'ne gidecek takımlar henüz belli olmamıştı. Örneğin; İngiltere'de Chelsea, Arsenal ve Tottenham arasında böyle bir yarış vardı. Yarıştan galip çıkan iki takım Chelsea ve Arsenal oldu. Tottenham, Devler Ligi biletini kaçırmış olsa bile, Bale'in ligin son haftasında attığı muhteşem gol hafızalardan uzun süre çıkmayacak cinsten. Bu golle Spurs'e veda edecek belki de Bale, kim bilir...



Haftanın bir diğer füzesi ile bu sezon fırtına gibi esen Bayern Münih'in Fransız yıldızı Franck Ribery'den geldi. Bayern, Borussia Mönchengladbach deplasmanında 3-2 gerideyken Lahm'ın ortasına ceza sahası dışından gelişine sol ayağıyla yarım vole vuran Ribery, sezonun en güzel gollerinden birine, bence en güzeline, imza atıyordu.


24 Nisan 2013 Çarşamba

Geri dönüş planları: Zirve yarışı için ne yapacaklar?

İngiliz Telegraph gazetesi, zirve yarışında United ve City'nin gerisinde kalan Chelsea, Arsenal ve Tottenham'ın yarışa tekrar dahil olabilmek için bu yaz yapabileceği transfer hamlelerini sıralamış. Chelsea'de öncelik teknik direktör ve Falcao; Arsenal ise geçtiğimiz sezonlara göre alım konusunda hiç olmadığı kadar bonkör gözüküyor; Tottenham'da ise öncelikler takımın yıldızı Bale'i ellerinde tutmak ve orta sahadaki yetenekli oyuncu sayısını arttırmak.

İlk olarak Chelsea ile başlıyoruz. Chelsea'nin transferde önceliği teknik direktör olacak. Şu anda bu koltuk için en güçlü aday Malaga'nın Şilili çalıştırıcısı Manuel Pellegrini. Pellegrini'nin en güçlü aday olmasının en önemli sebebiyse Mourinho'nun halen Madrid'in başında olması. Tabi ki Mourinho ile Abramovich arasındaki  anlaşmazlığa da değinilmiş. Mouriho'nun dönüşüne Abramovich razı olup olmayacağı kesin değil. Yazıda Chelsea'nin teknisyel direktörü Michael Emenalo'ya da değinilmiş. Mourinho'nun Emenalo üzerinde baskı kurabileceğini ancak Pellegrini'nin bu konuda biraz daha kolay lokma olduğu belirtilmiş. Mavilerin oyuncu transferi içinse bitirmeye en yakın olduğu isim Leverkusen'in Alman yıldızı Andre Schürrle. Schürrle için 20 milyon euro civarında bir bonservis bedelinden söz edilmiş. Santrfor mevkindeki kaliteyi daha da arttırmak için Atletico Madrid'in Kolombiyalı gol makinası Radamel Falcao bir diğer transfer hedefi Chelsea'nin. Southampton'ın sol beki Luke Shaw'ın isminin Chelsea ile geçtiği ve bu oyuncunun aynı zamanda stoper bölgesinde görev alması, Terry'nin gidip gitmeyeceği konusundaki soruları tekrar akıllara getiriyor. Lampard'ın yeni kontrat şansından uzaklaştığını ve Pellegrini'nin başa geçmesi halinde Mavilerin kötü bir deja vu yaşayabileceklerine değinilmiş.

Arsenal'in bu yazın izleyeceği transfer politikasının çoğu kişi şaşırtacak. Çünkü hedefleri harcayabildikleri kadar para harcayıp üst seviye 3-4 oyuncu transfer etmek. Transfer bütçesinin 70 milyon euro civarında
olduğu ve bunun Wenger dönemindeki en yüksek bütçe olduğu belirtilmiş. Önümüzdeki sezon sonu Arsenal ile sözleşmesi bitecek olan Wenger, gelecek sezon başarı için gözünü karartmış gözüküyor. Son iki yılda çok önemli yıldızlarını göndermiş olmalarına rağmen Wenger, halen takımın çok yüksek bir potansiyeli olduğunu savunuyor. Kadrodaki kilit oyuncuların çoğuyla uzun süreli sözleşmeler yapıldığı için bu sezon takımdan ayrılan bir yıldız olmayacak gibi görünüyor. Fakat halen bazı bölgelerde kaliteyi arttırmaya ihtiyaç var. Transferde öncelikli bölgeler ise santrfor ve ön libero pozisyonu. Bu iki mevki için geçen iki isim ise Fiorentina'nın yıldız santrforu Stevan Jovetic ve Toulouse'un Fransız ön liberosu Etienne Capoue. Ayrıca Wenger, kaleci pozisyonuna da bir takviye yapabilir. Arsenal, her ne kadar oyuncuların hayallerini süsleyen bir kulüp olsa da gelecek sezon için Şampiyonlar Ligi biletini kapmak onların transferde işini kolaylaştıracaktır.

Gelelim Arsenal'in ezeli rakibi Tottenham'a. Eğer Tottenham bu sezonu ilk 4 takım arasında bitirip Şampiyonlar Ligi biletini alırsa, teknik direktör Villas-Boas'ın kafasındaki gizli planın önümüzdeki sezon Premier Lig'de ipi göğüslemek olduğu belirtilmiş. Villas-Boas'a göre, kadroyu güçlendirmek için hayati olan iki nokta; atak opsiyonlarını geliştirmek ve orta sahadaki yaratıcılığı arttırmak. Tottenham'ın transferde hedefi Brezilya pazarı. Orta saha için Portekizli yıldız Joao Moutinho'nun ismi geçerken, santrfor içinse Brezilyalı yıldız Leandro Damiao'nun adını öne çıkıyor. Ayrıca Villas-Boas, sol bek pozisyonuna da bir takviye yapmak istiyor. Villas-Boas'ın önümüzdeki sezon saha dizilişindeki değişim için düşünceli olduğu ve geçtiğimiz pazar City karşısında oynadıkları 4-3-3'e dönebilecekleri belirtilmiş. Boas'ın takımdan istediği hız, hareketlilik ve hücumda yetenekli ayaklar. Transferler için kritik bir nokta ise Tottenham'ın önümüzdeki sezon için Şampiyonlar Ligi bileti alması. Ayrıca Bale'i ellerinde tutmaları da çok önemli. Bale için Real Madrid'in ilgisini biliyoruz. Sezon sonunda Mourinho'nun ayrılmasıyla yeni teknik direktör arayışına giren Madrid'in gizli hedefi Villas-Boas'da olabilir.

22 Nisan 2013 Pazartesi

.


Birçok Fenerbahçeli taraftar dün oynanan karşılaşmanın lige noktayı koyacağını düşünmemiştir. Buna ben de dahilim. Galatasaray'ın rahat kazandığı haftada, vurarak kırarak bir şekilde Ankara'dan 3 puanla döneceğimizi düşünüyordum. Hatta maçın başındaki gol beni üzmedi bile. İlk yarı bitmeden 2-0 oldu. Tamam dedik, bu takım maçı çevirebilecek potansiyele sahip; en azından bir beraberlik alacağımız düşüncesindeydim. Fakat olmadı. İsteksiz futbol ve kafaların Perşembe gününde olması bu sonuçtaki temel iki faktör.

Fenerbahçe'nin aldığı mağlubiyetini taktiksel açıdan irdeleyecek olursak; sahada etkisiz bir baskı oyunu vardı. Yani Beyazlar baskıyı kurdu fakat bunu etkili hale getirecek sürekliliği sağlayamadı. Bunun nedeni orta sahada veya kanatlarda oyunu pasla, dribbling ile dikine oynayabilen bir oyuncunun var olmaması. Fenerbahçe'nin mevcut kadrosunda bu özelliğe sahip bir oyuncu var o da Emre. Aslında bu özelliğe sahip ama bunu sahaya yansıtamayan oyuncular da var tabi ki.(Krasic,Stoch,Meireles)

Bu maç matematiksel olarak olmasa da zirve yarışına nokta koyan maç oldu. Ankara'dan puansız dönen Fenerbahçe ile zirvede bulunan Galatasaray arasındaki fark 7'ye çıktı. Geride kalan 4 haftada Galatasaray'dan 1 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 mağlubiyetlik bir performans gelir ve Fenerbahçe'de 4'te 4 yaparsa mucize gerçek olur. 

Gerçekçi olmak gerekirse Fenerbahçe'nin aday olduğu 3 kulvarda kazanması en zor görüneni ligdi. Zirve yarışına girdiğin rakibin sadece lige odaklanmış sen ise 3 kulvarda oynuyorsun. Ligde şampiyonluk şansını neredeyse kaybeden Fenerbahçe,  Perşembe günü Avrupa Ligi yarı finalinde Benfica'yla Kadıköy'de kozlarını paylaşacak. Takımın Gençlerbirliği mağlubiyetinden sonra Benfica maçında nasıl bir reaksiyon göstereceği çok önemli. Perşembe gününe kadar Aykut Kocaman ve teknik ekibine çok büyük iş düşüyor. Aksi takdirde 3 kupayla mutlu sona erecek olan sezon bir korku filmine dönüşebilir.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Kırmızı forma totemi


Sezona "feda" diyerek başlayan ve bunu sahaya oldukça başarılı bir şekilde yansıtan bir Beşiktaş izledik. Mücadele ve azmin başrol oynadığı bu sezonda siyah-beyazlıların, yeni kırmızı forması da dikkat çekiyor. Aynı zamanda kırmızı forma, "feda" sezonunun rengini temsil etmiş durumda. Beşiktaş'ın kırmızıyla çıktığı hiçbir maçta yenilgi yüzü görmediğini belirtmek gerekir. Bu konu herkes gibi benim de ilgimi çekti ve Beşiktaş'ın kırmızı forma totemini sayılara dayandırarak irdeledim.

Kırmızı formayı ilk kez 9.hafta Kasımpaşa deplasmanında giyen ve bu maçı 3-1 kazanan Beşiktaş, bundan önceki 8 haftada 2 galibiyet, 3 beraberlik ve 3 mağlubiyet almıştı. Tablo iç açıcı değildi; fakat dediğim gibi kırmızı, Beşiktaş'a yaradı. Takım kırmızı formayı giydiği 12 maçta 7 galibiyet 5 beraberlik aldı. Bu da hiç küçümsenmeyecek bir istatistik. Tabiki de sadece formayla alakalı değil bu çıkış, aynı zamanda sahaya bir karakter yansıtıyor Beşiktaş. Kırmızı forma da bunu tamamlayan bir aksesuar gibi ama uğuruna gerçekten inanmaya başladım. Üstelik Beşiktaş 8. haftadan sonra kırmızı giymediği tek maçı kaybedince,(Galatasaray derbisi) insan ister istemez düşünüyor.

Bakalım önümüzdeki haftalarda kırmızının uğuru devam edecek mi? Herkesin kafasındaki soruysa Beşiktaş'ın İnönü'deki Fenerbahçe derbisine hangi formayla çıkacağı...

25 Ocak 2013 Cuma

Teknik direktör-futbolcu ilişkileri


Dünyada profesyonel futbolun yapıtaşlarından ikisi teknik direktör ve futbolculardır. Takımın başarılı olabilmesi için teknik adam ve futbolcular arasındaki ilişkinin olabildiğince kuvvetli olması gerekir. Bunu başaran ekiplerin istediklerini elde etmeye daha yakın olduğunu söyleyebiliriz; fakat oyuncular ve antrenör arasında yaşanabilecek olumsuz bir olay da aynı derecede negatif yönde etkileyecektir takımın başarısını.

Bildiğiniz gibi son günlerde bu konuyla ilgili gündemden düşmeyen olay Mourinho-Casillas kavgası. Portekizli çalıştırıcının, La Liga'da oynanacak olan Malaga-Real Madrid maçında yıldız kaleciyi sürpriz bir şekilde yedek soyundurmasıyla başlayan polemik, taraftarın Mourinho ve Adan'ı ıslıklamasıyla devam etmişti. Son olarak ise Madrid basınının önemli spor gazetelerinden "Marca", Casillas ve Ramos'un başkan Perez'e sezon sonunda Mourinho ile yollar ayrılmadığı takdirde kendilerinin takımdan ayrılacağı yönünde ültimatom verdiklerini iddia etti. Jose Mourinho'nun lafını esirgemeyen bir teknik adam olduğunu düşünürsek, bu karışıklığın çıkmaz sokağa girdiğini söyleyebiliriz.

Teknik direktör-futbolcu ilişkilerine bir de karşılaştırmalı olarak bakalım. A Milli Takımımızın kaptanı Emre Belözoğlu'nun bir dergiye verdiği röportajda İspanya ve Türkiye'deki teknik direktör-oyuncu ilişkilerini deneyimlerinden yararlanarak bir değerlendirmesi var. Muhabirin "Teknik direktör-oyuncu ilişkileri açısından Türkiye ile İspanya arasında farklılıklar var mı?" sorusuna "...Bunu ülkemi kötülemek için söylemiyorum, sadece bir durum tespiti yapıyorum. Bu biziz, onlar da onlar. İspanya'daki hoca-futbolcu ilişkileri profesyonelce. İçinde duygusallığa yer olmayan ilişkiler. Bizde oyuncuya sorulduğunda "Hoca babam gibidir", hoca da oyuncu için "Benim kardeşim gibidir" der. Yahu benim bir tane babam var, erkek kardeşim de yok. Avrupa'da babalık, kardeşlik yok. Zaten buradaki oyuncuya da futbolu bıraktıktan sonra, "Hoca senin baban gibiydi" desen, "Yok yahu, benim bir tane babam vardı, o da rahmetli oldu" der. Avrupa'da profesyonel bir iş var, siz işinizi doğru yaparsanız etrafınızda insanlar var, doğru yapmazsanız insanlar yok. Avrupa'daki oyuncular bu gerçekle çok genç yaşta tanışıyor. Başarı varsa alkış olur, başarı yoksa eleştiri olur. Bu işin gerçeği budur." diyerek cevap vermişti. Cümlenin başında bu konuları Aykut Kocaman ile de konuştuklarını belirtiyordu Emre. Yine bizim duygusal yönümüze vurgu yaptığını eklemek isterim. Hiddink'in bizi gerçekçi olmamakla suçladığını hatırlattı bana bu.


Antrenör ile oyuncu arasındaki ilişkinin bozulmasında bazen etken teknik adamdır, bazense oyuncu. Örneğin; Ferguson-Beckham kavgası. Burada hatalı olan taraf Sir Alex'ti. Fakat Balotelli gibi oyuncular da bir teknik direktörün sınırlarını zorlayan türdendir. İki tarafın da ilişkinin bozulmasında etkisi olabilir. Bunun örneği çok uzakta değil. Sadece birkaç ay önce sonlanmış olan Aykut Kocaman-Alex de Souza polemiği... İki taraf da memnun değildi, sonuç olarak "istenmeyen bir şekilde" gemisini terk etmek zorunda kalmıştı kaptan. İyi bir örnek olarak ise Guardiola'nın Barcelona'sı en belirgini olabilir.

Emre Belözoğlu röportajının tamamı: http://www.tff.org/default.aspx?pageID=286&ftxtID=16530

22 Ocak 2013 Salı

Türk futbol tarihinin en büyük 5 yabancı transferi

Bazı futbolseverlere göre Sneijder'in gelmesiyle birlikte Galatasaray, Türk futbol tarihinin en büyük transferini yaptı. Bunu oyucunun yaşına(28), geçmişinde forma giydiği takımlara(sırasıyla Ajax, Real Madrid, Inter) ve kazandığı başarılara bakarak söyleyebiliriz. Peki ligimizde son yıllarda yapılan yabancı transferlerinde en çok akılda kalanlar hangileriydi? Bu sıralamayı oyuncunun ligimizdeki performansı ile değil, yukarıda Sneijder'i değerlendirdiğim gibi oluşturacağım. İşte benim bakış açımdan Türk futbol tarihinin son yıllardaki en büyük 5 yabancı transferi:

5 - Ricardo Quaresma (Beşiktaş 2010-2013)

2009-2010 sezonunun sonunda taraftarına hayal kırıklığı yaşatan Beşiktaş yönetimi, transfere hızlı bir giriş yapmak için kolları sıvamıştı. Perde arkalarında konuşulan isimler oldukça önemli oyunculardı.Yıldız avına çıkan Kara Kartal, transferde ilk hedefini belirlemişti.Bu isim Inter'in Portekizli yıldız kanat oyuncusu Ricardo Quaresma'ydı. Uzun süren pazarlıklar sonucu 7.3 milyon euro bonservis bedeliyle Siyah Beyazlı renklere kendini bağlayan imzayı atıyordu Quaresma. Türkiye'ye 27 yaşında gelen ve buraya gelmeden önce Barcelona, Porto, Inter ve Chelsea gibi takımlarda forma giyerek kalitesini ortaya koyan yıldız oyuncunun bu ekiplerde tutunamamasının nedeni istikrarlı olamamasıydı. Takım oyunundan çok bireysel yetenekleriyle öne çıkmayı sevmesi de onun eksi yönlerindendi. Maalesef Türkiye'de de aynı sorunları yaşayan Quaresma'nın gidişi gelişi gibi ihtişamlı olamadı.

4 - Roberto Carlos (Fenerbahçe 2007-2010)

Brezilya Milli Takımı ve Real Madrid'in efsane oyuncusu Roberto Carlos'un Fenerbahçe'ye gelmesi Türk futbol tarihinin en önemli transfer hamlelerinden birisidir. Carlos, Fenerbahçe'ye imza atmadan neredeyse 2 yıl önce bu transferin dedikoduları etrafta dolaşmaktaydı. Hala hatırlarım, bu transfere imkansız olarak bakanları. Fakat onları ters köşeye yatıran Fenerbahçe yönetimi, 100. yılını şampiyon bitiren takıma bir de Roberto Carlos takviyesi yaparak taraftarını sevince boğdu. 33 yaşında Fenerbahçe forması giyen, Carlos yaşı ilerlemiş olmasına rağmen transferiyle Türk futbol tarihinde önemli bir sayfa açmıştır bence. Futbolumuzda iz bırakan yabancılardan biri olarak 2010 yılında Sarı Lacivertli formaya veda etti.

3 - Nicolas Anelka (Fenerbahçe 2005-2006)


2004-2005 sezonunun ara transfer döneminde Fenerbahçe'nin adı Manchester City'nin Fransız yıldızı Nicolas Anelka ile anılıyordu. PSG, Arsenal, Real Madrid, Liverpool ve Manchester City gibi Avrupa'nın köklü ekiplerinde forma giyme şansı bulan Anelka, 26 yaşında İngiltere'den Türkiye'ye geldi. Fenerbahçe'ye imza atan Fransız yıldız, Türk futbol tarihinin en büyük transferlerinden biri oldu. Sarı Lacivertliler, Anelka için City'ye 10.7 milyon euro bonservis bedeli ödedi. Bu başarılı transfer sonrası sezon sonu şampiyonluğa uzanmıştı Fenerbahçe. Önümüzdeki sezonda takımda kalan ancak istikrarı yakalayamayan Anelka, 2006 yılında yeniden Premier Lig'in yolunu tuttu ve 12 milyon euro karşılığında Bolton Wanderers'a transfer oldu.

2 - Wesley Sneijder (Galatasaray 2013)


Yazıyı açarken de bahsettiğim gibi bazı futbolseverler için Türk futbol tarihinin en büyük transferi olabilir. Bunu belgelerle de destekleyebilirler. 28 yaşında ve kendini dünyadaki tüm seyircilere kabul ettirmiş, gerçekten harika bir oyuncu Sneijder. Galatasaray'ın bu transfer hamlesi ara transfer dönemine bomba gibi düştü. Sadece ülkemizde değil, Avrupa'da da oldukça yankı yaratan bir transfer gerçekleştirdi Sarı Kırmızılılar. Sancılı bir transfer süreci olmasına rağmen Sneijder transferinde mutlu sona geçtiğimiz Pazar gecesi ulaşıldı. Nasıl bir performans sergileyeceğini merakla bekliyoruz. Ancak şu an Türk futbol tarihinin en büyük transferleri arasına girmiş bulunmakta. Galatasaray, Sneijder için Inter'e 7.5 milyon euro bonservis bedeli ödedi.

1 - Gheorghe Hagi (Galatasaray 1996-2001)



Galatasaray tarihinin en başarılı dönemine adını altın harflerle yazdıran Hagi, İstanbul'a geldiğinde 31 yaşındaydı. Real Madrid ve Barcelona gibi İspanyolların iki dev takımında forma giyen Hagi'nin yolu 1996 Temmuz'un da Galatasaray ile kesişti. Barça'dan 5 milyon euro bonservis bedeli karşılığında Sarı Kırmızılılara  transfer olan Hagi, başarılı kariyerini aynı şekilde Galatasaray'da sonlandırdı. Romanya Milli Takımı ile de 125 maçta forma giyip 35 gole imza attı. Gheorghe Hagi, benim belirlediğim şartlarla yine benim listemin 1 numarası.

Peki sizin 1 numaranız kim? Benim listeme giremeyen fakat gelişiyle yankı yaratan futbolcuların çoğunu aşağı da bulabilirsiniz.

Galatasaray: Mario Jardel, Milan Baros, Harry Kewell, Elano, Claudio Taffarel, Emmanuel Eboue, Albert Riera, Jo, Giovani dos Santos, Cassio Lincoln, Rigobert Song, Franck Ribery, Flavio Conceiçao, Frank de Boer, Gheorghe Popescu.

Fenerbahçe: Raul Meireles, Moussa Sow, Dirk Kuyt, Joseph Yobo, Milos Krasic, Mamadou Niang, Mateja Kezman, Stephan Appiah, Pierre van Hooijdonk, Robert Enke, Sergiy Rebrov, Ariel Ortega.

Beşiktaş: Hugo Almeida, Manuel Fernandes, Simao Sabrosa, Guti Hernandez, Kleberson, Federico Giunti,  John Carew, Ailton.


19 Ocak 2013 Cumartesi

Yılan hikayeleri

Süper Lig'de ara transfer dönemindeki iki transfer için attım bu başlığı.Bir tarafta belki de Türk futbol tarihinin en önemli transferi olabilecek Galatasaray'ın Sneijder transferi, bir yanda büyük potansiyel sahibi ve yetenekleriyle önemli bir oyuncu olmaya aday Belhanda'nın Fenerbahçe'ye transferi.Lig bu hafta sonu kaldığı yerden devam ediyor, fakat iki takımda transferleri henüz bitirebilmiş değil.


İlk olarak tam anlamıyla "yılan hikayesi"ne dönen Sneijder transferiyle başlıyorum.Kariyerinde çok önemli takımlarda forma giymiş ve bir futbolcunun oynayabileceği en üst seviyelerde top koşturmuş bir oyuncu.Hollandalı yıldızın ara transferde Galatasaray ile adı geçiyordu ama yaklaşık 2 hafta önce Sarı-Kırmızılıların başkanı Ünal Aysal'ın kulübün televizyonundan yaptığı açıklamalarla birlikte bu transferin ateşi taraftarları oldukça heyecanlandırmıştı.Çünkü başkan Aysal, başkan Moratti'yle konuştuğunu ve anlaşmaya çok yakın olduklarını belirtmişti.Sonrasında cuma günü Sneijder'in İstanbul'a geleceği belirtildi.Geliş günü pazartesiye ertelendi.Taraftarlar onu karşılamak için hava alanına bile gitmişti.Ama yine gelmedi.Basın mensupları evinin önüne kamp kurdu hatta ve hatta komşularıyla bile görüştüler.Daha gelmesi kesinleşmeden "10 numara"yı Melo'dan alması gündeme geldi.Bunun gibi daha sürüyle örnekler var.Son olarak ise Galatasaray'ın Inter'le anlaştığı ancak Sneijder'in kararını henüz vermediği belirtildi.Bunun üzerine Moratti, yıldız oyuncunun ya Inter'de kalacağını ya da Galatasaray'a gideceğini başka bir seçeneğinin olmadığını söyledi.Şimdi de Fatih Terim'in Sneijder'i istemediği gibi spekülasyonlar gündem de.Gelmediği her gün yeni bir iddia ortaya atılmaya devam edecektir.Bu filmin sonunu herkes gibi ben de çok merak ediyorum.Transfer gerçekleşirse gerçekten Türk futbolu, kendi seviyesinin üstündeki bir oyuncuyu bünyesine katmış olur, tabi Galatasaray'da.Negatif bir sonuçta ise olabilecekleri kestirmek zor değil.Savunmaya bir takviye yapılabilir bunun yerine.Tabi eğer ara transfer dönemi kapanmamışsa.Zira sol bek ihtiyacı olduğu bariz.Bakalım önümüzdeki günler neler getirecek?

Fenerbahçe'nin Belhanda transferi ise tam tersi bir "yılan hikayesi"ne dönmüş durumda.Burada da Faslı yıldızla her konuda anlaşan Sarı-Lacivertliler kulübü Montpellier ile oyuncunun bonservisi konusunda henüz anlaşamadılar.Filmi en başa saracak olursak, ilk yarıyı Karabükspor mağlubiyeti ile kötü bitiren Fenerbahçe'de Aykut Kocaman istifa etmişti.Fakat oyuncular ve başkan Aziz Yıldırım'ın yoğun ısrarı üzerine kararından geri dönen Kocaman, takımın başında kalmıştı.Sonrasında yönetim(belki de gündemi değiştirmek ve taraftarı tekrar kazanmak için) devre arasında takıma 3 takviye yapılacağını söyledi.Hatta bu transferlerin Antalya kampına yetişeceğinin belirtmişlerdi.Fakat bu iddiaların hiç biri gerçekleşmedi. Belhanda transferiyle nokta atışı yapmak isteyen Sarı-Lacivertlilerin bu isteği gerçekleşecek mi ? Bunu önümüzdeki günler gösterecek.Bu arada bir dipnot olarak belirteyim Belhanda şu anda Fas milli takımıyla Afrika Uluslar Kupası'nda.

İki ezeli rakibin ara transfer gündemi böyle.İkinci yarı başladı, fakat transferler hala sonuçlanmadı.İki transferde de bir tarafla anlaşma sağlanmış durumda.Kalan günlerde bu transferler gerçekleşecek mi? Bunu hep birlikte göreceğiz.

8 Ocak 2013 Salı

2009,2010,2011,2012...


Bir futbolcu için zirve noktası neresidir? Bu zirveyi kendi potansiyeline göre mi belirlemelidir? Yoksa potansiyelini mi o seviyeye çıkarmalıdır? Peki potansiyeli ve yetenekleri zaten zirvede ise ortaya ne çıkar?  Cevap şu 5 harfte gizli: Messi.

Onu izlediğimiz için çok şanslı olduğumuzu düşünen tek insanoğlu ben değilim tabi ki.Ama hepimizin aşık olduğu oyunu bizden daha çok seven birini sahalarda görmek ister istemez beni heyecanlandırıyor.Bu oyunu en çok kim seviyordur? Benim cevabım Messi.Bir insan işini ne derece severse o meslekte o derece başarılı olur.Messi'nin meşin yuvarlağa aşkını anlatmaya gerek yok bu yüzden.

Gelelim ödüle.4 senedir adeta ödüle ambargo koyan Arjantinli yıldızın zirve seviyesinde olduğu tartışılmaz.Geçtiğimiz sene 91 golle yıllardır süre gelen rekoru kırmayı başarmıştı Messi.Artık onun için rekor kırmak bir alışkanlık haline geldi.Her geçen gün daha farklı bir hedef peşinde.Dün gece de ödülü kazanarak zaten tarih sayfalarına yazdırdığı adının üstünden bir kez daha geçti.4 yıl üst üste bu ödülü kazanan ve Altın Top ödülü tarihinde bu onuru  4 kez ile en çok yaşayan futbolcu oldu.

Futbol tarihinde yeni bir sayfaya tanık olduğumuzun umarım herkes farkındadır.Değerli bir oyuncu ve kişilik.Sahadaki oyununu "uzaylı" olarak tanımlayanlara katılmamak elde değil.Önümüzdeki günlerde de Messi'nin yeni rekorların peşinde koşması muhtemel.