19 Aralık 2014 Cuma

Röportaj: Irmak Kazuk | 2. Bölüm


-Peki, basketbola daha çok ilginiz olduğunu söylemiştik fakat ülke geneli ağırlıklı olarak futbolu takip ediyor bildiğiniz gibi. Futbolla yatıp futbolla kalkıyoruz neredeyse. Ülkemizde futbolun gidişatını nasıl görüyorsunuz? Geleceğini görüyor musunuz ya da öyle sorayım.

-Açıkçası geleceğini çok göremiyorum, ciddi bir silkelenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Tabi diyeceksin ki ülke ne ki sporu ne olsun.

-O da doğru. (Gülüyoruz)

-Ciddi bir yenilenmeye ihtiyacı var futbolun, artık yeni insanlar, yeni yüzler gerekiyor. Yeni teknik direktörler ve yöneticiler, yeni federasyon başkanlarının gelmesi lazım. Türkiye'de sporda kötü sonuçlar alındığını zaman hemen deniyor ki: "Türkiye'de altyapı yok!". Ya tamam altyapı yok da neyin altyapısı var, yöneticiliğin altyapısı yok. Müteahhit olan, iş adamı olan, reklamcı olan parası olduğu için yönetime giriyor. Federasyon başkanlığının bir altyapısı var mı? O da yok. Mesela altyapıda antrenörlüğe hiç değer verilmiyor, tabi ben daha çok basketbol çevresinden bildiğim kadarıyla altyapı antrenörleri sürünüyor. Hani en kurumsal ve güçlü dediğimiz Fenerbahçe Ülker'de, Anadolu Efes'te, Galatasaray Liv Hospital'da bile durumlar böyle. İnanılmaz bir dengesizlik var, siz nitelikli altyapı antrenörleri yetiştireceksiniz ki onlar da bilgilerini aktarsınlar. Dolayısıyla biraz bu tarz noktalara eğilmek gerekiyor ve dediğim gibi, çok fazla isim vermek istemiyorum ama ben spor dünyasında çok insanın yerini artık başkalarına bırakması gerektiğini düşünüyorum. Az buz değil, çok insanın değişmesi lazım.

-Aslında bu işin eğitimli insanların eline bırakılması gerektiğini söylüyorsunuz kısaca.

-Medya olarak mı yoksa sporcular mı?

-Sporcular, antrenörler ve yöneticiler. Medyayı bir kenara bırakalım.

-Evet onu düşünüyorum fakat Türkiye'deki sosyo-ekonomik durum ve sabır limitlerini göz önüne aldığımız zaman, sokakta bile sabır yok. Zaten adam sokakta bulamadığı mutluluğu gidiyor kendi takımında arıyor, gidiyor tribünde küfür ediyor, sahaya bir şey atıyor ya da kendi yöneticisini istifaya davet ediyor vs. çünkü adamın sosyal olarak tek çıkış noktası, mutluluk olarak, spor. Zaten genel çerçeveye baktığımızda o dengesizliği çözmek lazım. Neden insanlar sadece sporda mutluluk arasın ki?

-Niçin bir insanın mutluluğu Fenerbahçe, Galatasaray ya da Beşiktaş'a bağlı olabilir ki?

-İşte tek çıkışın spor olarak görülmesi de resmin geri kalanını ortaya döküyor. İnsanların nelerden mutsuz olduğuna dair fikirler veriyor.

-Hatta bir dönem basketbola kadar taştı bu olaylar. Passolig'i de sorayım bu arada. Ne düşünüyorsunuz?

-Valla, Passolig'e çok inandığımı söyleyemeyeceğim. Zaten Türkiye'de devamlı bir şeylerle ilgili yasalar, hukuki düzenlemeler yapılıyor ama mesela geçen sene Çaykur Rizespor maçında Burak Yılmaz'ın gözünün altına çakı geldi, bir şey olmadı. Bir sonraki hafta Kayserispor'du galiba, bütün tribünler sahaya atladı, hiçbir yaptırım uygulanmadı. Bu sene Passolig uygulatıyorsunuz, o zaman saha kapatma cezası niye var? Küfür edeni atalım dışarı.

-Şu an gördüğümüz kadarıyla Passolig küfrün önüne geçemiyor zaten. Olay çıkartanlar yine parasını verip gidiyor stadyumlara.

-İnsanlar da ya parası olmadığı için ya da bu sisteme inanmadığı için maçlara gitmiyor. Yoksa küfür edenler filtrelenmedi maalesef, öyle yanlış bir algı oluştu. Yani baktığımız zaman uygulanış tarzı da çok saçma, şimdi Avrupa Kupası maçında atıyorum Dortmund taraftarı geldiğinde Türklere uyguladığın Passolig'i onlara uygulayabilir misin? Dediğim gibi birçok şey göz boyama şeklinde gidiyor ülke sınırları içerisinde. Bilemiyorum iyi uygulansa belki de güzel sonuçlar alınabilir, fakat en azından şu ana kadar uygulaması başarısız.

-Peki Passolig'in uygulanma tarzı da bir yana acaba bizim ceza sistemimizde bir problem olabilir mi? Tabi ki bireyi kontrol etmek binlerce kişinin içinden oldukça uğraşlı ve zor bir iş fakat insanlar tribünde küfür ediyorlar bundan zarar gören kendi kulübü oluyor. Demek ki kulübünün ceza ödemesi taraftarları endişelendirmiyor.

-Evet ceza sisteminde de problem var fakat bizim ülkenin genel problemi o, hukuku iyi uygulayamıyoruz. Genel bir problem, ben baktığımda öyle görüyorum.

-O zaman basketbolla devam edelim, ülkemizin basketbola olan ilgisi arttı mı?

-Basketbol ve amatör branşlarda sadece, başarıya endeksli, dönemsel olarak farkındalık yaratılıyor, bu da herhangi bir spor kültürümüzün olmamasıyla alakalı bir durum. Ya işte 2010'da takımımız dünya ikincisi oldu, ondan sonraki turnuvaya kötü başlayınca her şey bitti. Euroleague maçlarında da öyle, Fenerbahçe Ülker'i yine ayrı koymak lazım. Bu konuda herhalde yine en avantajlısı spor kulübü olmadığı için, sadece basketbol takımı olduğu için Anadolu Efes. Mesela benim normal hayatında başka takımları destekleyen arkadaşlarımın bir çoğu basketbolda Anadolu Efes'i tutuyor. Bunu oluşturmak çok büyük başarı Efes adına. Daha yukarıya taşıyabilir miydi Anadolu Efes, o da tartışılır tabi ama başarı olmadığı sürece Türkiye'de çok ilgi göremiyorsunuz. Spora olan ilgimiz çok fazla başarıya endeksli.


-Bu sene Euroleague'de Final Four umudunuz var mı? 3 takımımızdan birisi adına? Özellikle Fenerbahçe Ülker'in oyuncu seviyesini göz önünde bulundurduğunuzda.

-Bütçe olarak baktığımızda Fenerbahçe Ülker, Efes'ten daha iyi galiba, çok fark yoktur aralarında da, yani ikisini bence aynı kefeye koyabiliriz. Real Madrid ve CSKA'dan sonra Avrupa'daki en yüksek bütçeli iki takım olabilirler, en kötü ilk beşe girerler o alanda. Anadolu Efes'in asıl hedefi önümüzdeki sezon; seneye onlar enteresan bir hamle patlatabilirler. Duyumlarım bu yönde yani, çalışmalar var. (Gülüyoruz) Galatasaray'ın mali durumundan ötürü o iş hayale dönüşmeye başladı kulüp kötü yönetildiği için maalesef. Fenerbahçe Ülker'e gelecek olursak bu sene de takım o seviyeleri göremezse oturup bir düşünmek lazım. 2 senedir çok ciddi paralar, çok ciddi hedefler var. Bunu Anadolu Efes yıllardır yapıyor arkadaş, diyen de olabilir tabi.

-Fenerbahçe Ülker'de Obradovic'i kimse tartışamaz, Milli Takımımızın yıldızı dediğimiz Emir Preldzic ilk 5 başlayamıyor. Kadro kalitesi gerçekten çok yüksek.

-Ama hala oyun kurucusu yok Fenerbahçe'nin, 2 senedir yapılan harcamalara rağmen garip bir şekilde net bir oyun kurucusu yok takımın. Mutlaka bir hesap vardır orada, öyle umut ediyorum. Umutlu olmayı umuyorum Fenerbahçe Ülker için.

-Son 1 soruyla güncel konuları kapatacağım. Kulüp yöneticilerimizin çoğu başkanlıkları dışında işlerle uğraşıyor ve takım başkanlığını vitrin olarak kullanıyor. Başkanlıktan herhangi bir maaş almıyorlar hatta üstüne ceplerinden para veriyorlar. Peki yöneticilik işini ne kadar iyi yapıyorlar sizce? Branş ayırt etmeksizin soruyorum bu soruyu. Spor kulübü yöneticisi olarak ne derecedeler?

-Ülkemizde şöyle bir şey var, biraz "parayı veren düdüğü çalar" refleksi ve beklentisi var, çok iyi yönetenler de dahil. O kadar para ve emek veriyorsam dilediğimi yaparım diyor, belki de haklılar bu konuda. Biz organizasyonların içinde olmadan dışarıdan konuştuğumuz için kolay olabilir. Parayı verdiği için benim dediğim olacak olmalı diyenler var tabi ki. İyi yöneten yöneticilerimizin olduğunu düşünüyorum, ne bileyim mesela basketbolda Banvit örneği geliyor benim aklıma. Orada iyi bir şey yaratıldı, Bandırma halkı için yeni bir heyecan oldu, iyi bir organizasyon oldu, orada planlama rayında devam ediyor gördüğüm kadarıyla. İlk aklıma gelen yer orası, büyük takımları geçiyorum zaten. Onlar hakkında pek yorumda bulunmayacağım çünkü o seviyelerde beklentiler de insanları raydan çıkartabiliyor. Bazen beklentileri insanlar kendileri yönlendiriyorlar, belki de çoğu zaman. Türkiye'de ne kadar daha iyi yapılabilir bilemiyorum tabi ya da biz yurt dışında da takip ettiğimiz için mi böyle düşünüyoruz. Çünkü yurt dışında çoğu yönetici ve başkan tanınmıyor, bazı çok bilinenler dışında.

-Dediğiniz gibi yurt dışındaki kulüpleri daha çok taraftarları ve oyuncularıyla hatırlıyoruz, tanıyoruz. Teknik direktörleri oldukça ön planda, zaten teknik direktör olarak değil menajer olarak tanımlıyorlar onları. Takımın 1 numaralı her şeyinden sorumlu kişi başkan değil, menajerler yurt dışında. Peki basketbol ve futbolda ortak bir problem hakkında soru soracağım. Basketbolda yabancı sınırı kalktı, ligimiz ve basketbolumuz nasıl etkilenir? Aynı şekilde futbolda yabancı sınırı nasıl olmalı sizce?

-Ben formayı hak edenin giymesi taraftarıyım, pasaporta bakmaksızın. Basketbolda bunun örneği var işte Anadolu Efes'te, zira geçen sene Fenerbahçe Ülker'de Kenan sakatlanana kadar ilk 5 başlıyordu. Mesela şu anda Efes'te Ivkovic en zorlu maçlarda bile Furkan'a forma şansı veriyor ki 2 sezon önce Furkan 12 kişi arasında bile yoktu, zor giriyordu. Şimdi bunlar önemli şanslar, dolayısıyla formayı hak ettiğin zaman alıyorsun. Bizim ülkemizin sporcularında da biraz hazıra alışmışlık var aslında, ben kendim eski sporcu olduğum için de biliyorum hatta belki bundan ötürü basketbolcu olmadım. Hani çamur at izi kalsın değil onun için söylediklerim. Formayı kaptığımız zaman nasıl olsa aldık daha fazla çabalamaya gerek yok diye düşünüyoruz ve vites düşürüyoruz. Forma için başka bir rakip çıktığı zaman onunla yarış içine giriyoruz, halbuki kendimizle yarış halinde olmamız gerekli sürekli. Onun için ben yabancı sınırının kalkması taraftarıyım. Artı ve eksi yönleri var tabi fakat sınırlandırmak bana biraz kolaya kaçmak gibi geliyor.


-O zaman bu soruyla gündemden uzaklaşıyorum artık, biraz daha mesleğiniz ve size odaklı sorulara dönüyorum. Mesleğinizi önerir misiniz? Özellikle benim gibi bu yolda yürümek isteyen, o yönde bir gelecek hayal eden kişilere önerir misiniz işinizi?


-Ya şöyle öneririm tabi ki ama mutlaka emin olmak ve işi sevmek lazım. Çünkü en başında da söylediğim gibi çok fazla özveri gerektiriyor, hani iş ne olursa olsun. Muhabirlikte de böyle, montajda da böyle. Diyorum ya staj döneminde bile ben okuldan çıkıyordum 4'te, gidiyordum gece 12-1'e kadar şirkette kalıyordum. Bir ara "Slam" diye bir program hazırlıyorduk, basketbol yayıncısı olduğumuz dönem. Mesela o dönem ben gece şirkette yattığımı biliyorum. İşte balayı sürecinden zaten bahsettim, bunun çok örneği var. Özel hayatınızda program yapamıyorsunuz, muhabir olduğum dönem ben 2 sene sinemaya gidemedim. Çünkü devamlı telefonum çalıyor, filmin ortasında çıkıp telefon bağlantısı yapmak zorunda kalıyorum. Mental olarak gerçekten çok yorucu bir iş. Bunları yapabileceğini düşünüyorsa insan, bence peşinden gitmeli ve hayatının da böyle gideceğini düşünerek gitmeli. Çünkü güncel bir ifadeyle, bu işin fıtratında bu var. Hakikaten işin doğası böyle, kendinden fazlasıyla ödün vermen lazım. Şunu söyleyebilirim ben NTV'ye girdiğimden bu yana, yani Ntv Spor'da, beraber çalıştığım arkadaşlarımı ailemden 2 kat daha fazla görmüşümdür.

-Diyorsunuz ki bu şartları göz önünde bulundurup hala can atıyorsanız öneririm. Açıkçası ben de hep o telefon bağlantılarının nerede ve nasıl yapıldığını merak etmişimdir. Sinemadan çıkıp bağlanmak enteresan bir hikayeymiş.

-Duruma göre değişiyor tabi o. Sinemadan çıkıp arandığım da oldu, bardan dışarı çıkıp bağlandığım da oldu,(Gülüyoruz) bar tuvaletinden bağlandığım da oldu. Herhangi bir yerde yakalanma ihtimalin oldukça yüksek, 7/24 devam ediyor çünkü. Sabah 6'da uyanıp canlı yayına bağlandığım oldu. Saati yok bu işin, telefonunu kapatma ya da sesini kısma lüksün yok. Buna benzer hikayeler var.

-Peki nasıl bir yol izlemeliyiz sizin gibi olmak için, neler yapılmalı?

-İnsanın gerçekten sporu seviyor ve takip ediyor olması lazım çünkü çok çok hakim değilsen zorluk yaşarsın. Bu "yayından önce bir bakayım ne olmuş ne bitmiş" mevzusu değildir. Öyle bir şey değil diyorum ama öyle de olabilir, fakat daha doğal olmak adına kendi altyapın olması gerekir diye düşünüyorum. Kendini bu konuda geliştirmek için altyapın olması gerekiyor. Onun dışında da kovalamak lazım ve bu işi istediğinden emin olduktan sonra hareket geçmek lazım. Dediğim gibi kendinden çok vermen gereken bir meslek. Bir de staj bu işin olmazsa olmazı bence çünkü mesela NTV'ye staja gelen çok fazla insan oluyor.

-Aralarında sizin gibi çıkan oldu mu, tanıdığımız simalardan?

-Emek'te benim gibi mesela, herhalde hatırlamazsın ama Levent diye bir arkadaşımız var, ama gerçi o içeride prodüktörlük yapıyor. Kısa bir dönem NTV'de Galatasaray muhabirliği yapmıştı. Onun dışında da Onur Erdem var.

-Evet ekranda görmediğimiz halde tanıdığımız bir isim Onur Erdem.

-O çok fazla sevmiyor ekrana çıkmayı, öyle bir planı ya da hedefi de yok ekrana çıkmak gibi. Gerçi o Bilgi Üniversitesi'yle yapılan bir sertifika programı vardı galiba oradan geldi, kısa bir staj dönemi ardından işe alınmıştı. Var yani öyle arkadaşlarımız, yeni Sinem diye bir arkadaşımız var o da dış haber editörü oldu, yeni stajyerlikten geldi. Stajda işi yapıp yapamayacağını görüp ona göre bir gelecek çizmek gerekli bence. Staj bu işin olmazsa olmazı çünkü dediğim gibi çok fazla insan gelip gidiyor, birisi geliyor hemen "ya ben spiker olacağım" diyor. Bir yandan hedefi güzel fakat daha yeni gelmiş, hiçbirimizde öyle olmadı yani. Tabi sektörde çok var öyle şansı yaver gittiği için bir anda yükselenler.

-Ama o zaman sanki biraz altı boş kalıyor gibi geldi bana.

-Yani bilemiyorum, biz izlerken zaman zaman hissediyoruz onları ama birden yükselen kişilerin kendileri nasıl düşünüyor onu bilemem tabi.

-Röportajda da bahsettiğiniz üzere sizin tüm basamakları teker teker çıktığınızı görüyoruz, ki bence sağlıklı olanı da bu. 

-Evet, Emek de bana benzer bu açıdan, montaj, prodüktörlük yapmadı ama o da işi biliyordu. Onun da staj döneminde yeri geldiğinde montaja giriyordu, habere gidiyordu, yazıyordu. Yani benzer işleri yaptık sadece benim prodüktörlük adı altında çalışmama benzer bir dönem geçirmedi o kadar.

-Emek Ege'yle olan ilişkinizden de biraz bahsedelim istiyorum. Anlattıklarınızdan bir çıkarım istersek; Emek Ege ile yol arkadaşı olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Mesleki anlamında?

-Tabi, NTV'ye girince tanışmıştık onunla ama aynı dönem olması, çok benzer karakterlerde olmamız ki bazı konularda çok çok ayrıyız aslında ama birbirimizi tamamlıyoruz herhalde. Öyle enteresan bir birliktelik ve bağ var aramızda.

-Biraz kişisel sorular soracağım fazla özele girmeden tabi ki. Hobileriniz nelerdir?

-Kendimi gün içerisinde çok iyi organize ettiğimi söyleyemeyeceğim, bunu son dönemde fark ettim. Galiba en büyük hobim müzik dinlemek.


-Herhangi bir enstrüman çalıyor musunuz?

-Çok profesyonel olarak değil fakat gitar çalıyorum. Evde zaman zaman kafa dağıtmak için
çalıyorum, herhangi bir nota bilgim yok, kulaktan dolma çalıyorum arada. Kulağımın iyi olduğunu söylerler genellikle. Bir de davul çalıyorum, onu da gitar gibi amatör olarak çalıyorum. Bir ara grubumuz vardı güzeldi, keyifliydi, deşarj oluyorduk. Davul çalmak da yıllardan beri istediğim bir şeydi, 30 yaşından sonra başladım, evde var bir tane davulum.

-Müzisyen olmak gibi de bir hayaliniz var mıydı?

-Adı hayal olacaksa, evet böyle bir hayalim vardı tabi. (Gülüyoruz) Eğer bu işi yapmıyor olsaydım gerçekten bir müzisyen olmayı isterdim. Bizim işte zor, oyunculuk gibi meslekler de zor aslında bizimki de bir nevi oyunculuk. Tabi ki o daha farklı bir donanım gerektiriyor, daha saygı duyulacak bir iş. O meslekten arkadaşları görüp tanıdıkça daha da saygı duyuyorsunuz çünkü normal hayatta bambaşka bir insan fakat eline o metni alıp okuduğu zaman oynarken çok farklı bir kişiliğe bürünüyor. Ama müzisyen kafasını hiçbir zaman çözemiyorum, çözeceğimi de zannetmiyorum. Çok ayrı bir yetenek gibi geliyor bana.

-Hobileriniz arasında müzikten başka neler var peki?

-Basketbol oynamayı çok seviyorum, kendi sağlık durumum el verdiği sürece oynamak istiyorum. Onun dışında yürümeyi, zaman zaman kitap okumayı çok seviyorum gibi klasik şeyler işte. (Gülüyoruz)

-Son birkaç soru ile röportaja noktayı koyacağım. Peki basketbol oynadığınız dönemde hangi pozisyonda oynuyordunuz genelde?

-1 numara oynuyordum ben daha çok. Oyun kurucu pozisyonunu üstleniyordum genellikle, zaman zaman 2-3 numaralara da kayıyordum tabi.

-İdolünüz var mıydı?

-Vardı, geçen gün Emek Abi'yle de konuşurken, Emek Abi dedim ya(Gülüyoruz, bunu yazma diyor gülerek), Emek'le de konuşurken konu oraya geldi. Küçüklüğümde tabi ki bir Efes Pilsen hayranlığı vardı, valla o dönem Ufuk Sarıca benim için idollerin idolüydü, o derece. Hatta geçen gün bir telefon bağlantısı yaptık Ufuk Abi'ye, sonra dedim ki ya ben küçüklüğümde idolüm olan kişiyle tanıştım, oturup bir şeyler içip sohbet etmişliğimiz bile var. Telefon açıp konuşabiliyoruz, bu insana inanılmaz mutluluk veriyor, gerçekten hayatın neler getireceği hiç belli olmuyor. Nereden koşarsan enteresan bir şey çıkıyor önüne.

-Haklısınız, NBA'de var mıydı bu tarz bir idol, NBA'i takip ediyor musunuz?

-Ya ben NBA'i çok fazla takip edemiyorum, açıkçası NBA'ci değilim. Bana biraz fake geliyor, tabi play-offlar güzel fakat orası hakikaten bir "show bussiness". Zaten Amerika elini attığı her şeyi bir "show bussiness" haline getiriyor. Böyle bir yetenekleri ve potansiyelleri var, NBA de bana çok fazla şov gibi geliyor. Benim izlemekten zevk aldığım "basketbol gibi basketbol" Euroleague.

-İzlemekten veya okumaktan zevk aldığınız bir yorumcu ya da köşe yazarı var mı?

-Bence yorumcu deyince mesela Mehmet Demirkol çok çok ayrı bir yerde. Sadece sporla ilgili yorumları değil, hayata bakış açısı, kültürel ve entel bilgisiyle çok dolu bir adam. Keşke herkesin tanıma fırsatı olabilse, onu izlemekten ve okumaktan çok keyif alıyorum. Her seferinde bana bir şeyler kattığını düşünüyorum. Onun dışında yine çok değerli isimler var, Uğur Meleke'yi yine severek izliyorum, okuyorum. Kalemi çok güçlü, vizyonu çok güçlü bir arkadaşım.

-Severek izlediğiniz bir spor programı var mı peki?

-İzlediğim programlar var fakat çok spor programı olarak görmüyorum onları. (Gülüyoruz) Yanlış anlaşılmalara yol açmamak için söylemeyeyim şimdi burada.

-Daha çok eğlence programı diyebiliriz o zaman onlara.

-Şov diyebiliriz o programlara, tam Amerikan stilinde programlar. "Bu Tarz Benim" gibi yani. Spor programı değil de, hakikaten bire bir mizansen var orada. Yine isim vermeyeceğim ama bazen kafa dağıtmak için izliyorum o tarz programları. (Gülüyoruz) Sisteminde biraz ihtiyacı var aslında böyle programlara. Enteresan gelebilir fakat güzel işler yaptıklarını düşünüyorum ama burada asıl garip olan insanların bunlardan etkilenmesi. Trajikomik olan taraf bu. Böyle işlerin yapılması lazım diyorum çünkü mesela yeri geldiğinde Erman Toroğlu canlı yayında cacık yaptı diye herkes eleştirdi, herkes güldü; "Abi ne yapıyor bu adam?" diye, ama adam orada doğru bir şey yaptı. Türk sporunun durumu ortada yani, bir cacık olur mu? Olmadı. Oluyor mu? Olmuyor. Olacak mı? Onu da bilemiyoruz. (Gülüyoruz) O nedenle böyle işlere ihtiyaç var diye düşünüyorum.

-Peki özellikle dinlediğiniz bir müzik grubu var mı, yabancı ya da Türk, hatta ne tarz müzikler dinlersiniz?

-Ben biraz daha yabancı ve rock ağırlıklı dinliyorum, çok grup var. Ben küçüklüğümden beri dinlediğim için Metallica'nın ben de yeri çok ayrı, son 10-15 senedir Muse grubunu çok severek dinliyorum. Kasabian'ı seviyorum, Killers'ı seviyorum. Ülkemizde de iyi gruplar var ve müzisyenler var. Sadece rock değil tabi, başka müzik tarzları da var dinlediğim, o biraz günlük ruh halime de bağlı olarak değişiyor.

-Anladım. Çok teşekkürler beni kırmayıp geldiğiniz için, çok sağ olun. 

-Ben teşekkür ederim, umarım istediğin gibi olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder